Durmak yok yola devam dedik ve Urla istikametten Alaçatı nın sokaklarına attık kendimizi.... Renkli pencereler kapılar var dediler bu kasabada hakikatten öyleymiş... Biraz entel dantel sanat kokuyor aslında...
Bulduğum her renkli kapıda resim çektireceğim diye helak oldum vallahi billahi... tatilde yapılması gereken 10 şeyden birisi bu renkli kapılar önünde fotoğraf çektirmek :) Bu pembe kapıda poz verirken kapının koluna iliştirilmiş elektrik faturasıyla gözgöze geldim neyse ki pozu fazla bozmuyor hatta ben söylemesem farketmeyeceksiniz bile... Faturayı biraz sıkıştırayım küçülteyim dedim eşim de hayrına öde bari dedi :)
Bir an bu kediciklere özendim yumuşak yumuşak yatıyorlardı miskinlikte aynı kesi gibiyim buldum mu hiç kaçırmam hemen yatarım uyumasamda seviyorum miskinliği :)
Hakiki Alaçatı muhallebicisinin önündeyken Yaradan ne güzel yaratmış dedim gökyüzünü bulutları güneşi...Alaçatı sörf yapanlar için evet gerçekten önemli kasaba olabilir ama yok bana göre değil anlık hava değişimleri deli gibi esen rüzgar yok ben almayayım... Kaç defa üstüme hırka giydim çıkarttım ben bile sayamadım... İşte en sevdiğim renk lila mor eflatun ne derseniz işte tüm bu tonlar...
Alaçatıdan sonra istikamet tabiki Çeşme gün batımını bu defada Çeşme de yaptık... Anne oğul doyamadık biz tatilde birbirimize... Bir ara anne bu tatil hiç bitmesin sen işe gitme bende okula gitmesem olur mu dedi...
Özgür ana oğul zıplaya zıplaya helak olduk babamızda bizi havadaki pozumuzu yakalayacak diye :) Ama biz Atahan la gülmekten zıplayamıyorduk o da ayrı bir mevzu tabi...
Bayramımızı da burada teyzeler kuzenler gelinler damatlar çocuklar hep birlikte kutladık... Kuzenlerle kahvaltı keyiflerimiz hiç bitmedi tabi ki hele Gül ile benim kahve keyiflerimiz tam gaz devam:)
Özçekim çubuğu ile Atahan ın imtihanı kolay olmadı tabikii:) Bir sonraki gün de Kuşadası na attık kendimizi...
Yıllar geçse de bitmeyen dostluklar arkadaşlıklar öylesine özel öylesine güzel ki tıpkı burada olduğu gibi... Yine aynı şeylere gülüp aynı şeylere hüzünlenip zamanı yakalamak doyasıya...
Kuşadası Değirmen de Atahan bu asma köprüyü çok sevdi birde az sallansa iyiymiş tabi:) Gerçi bir Karadenizli olarak asma köprüler bizi pek korkutmasa da yaşlanınca denge meselesi zayıflıyor haliyle :)
Eve dönmeden bir gün önce dinlenelim diye yakın çevrede bir yerlere gidelim dedik ve dibimizdeki Metropolis e gittik...Girişte bizi bu sevimli kaplumbağa karşıladı .
Metropolis Antik Kenti, İzmir ili, Torbalı ilçesi sınırlarında Yeniköy ve Özbey köyleri arasında bir tepenin üzerinde yer almaktadır. AntikIonia Bölgesi'ne dahil kent, Efes’e 30 km, İzmir'e ise 40 km uzaklıkta olup, Küçük Menderes (Kaystros) havzasına hakim konumdadır.Metropolis, “ana tanrıça kenti” anlamına gelmektedir. Μετηρ Δαλλησια (Meter Gallesia) isimli Ana Tanrıça’ya (daha bilinen adıyla Kybele) ait bir kült yeri işlevi gören kutsal mağara, kentin 5 km. kadar kuzeyindeki Uyuzdere Mevkii’nde bulunmaktadır. Mağarada yapılanarkeolojik kazılarda çok sayıda pişmiş toprak Ana Tanrıça heykelciği bulunmuştur. Bunun yanı sıra kent sikkeleri üzerinde rastlanılan Ana Tanrıça betimleri de bu görüşü doğrulamaktadır.Kentin akropolisinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları sırasında burada Erken Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı’na ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar ve Hitit Dönemi ile çağdaş bir mühür ele geçmiştir. ( kaynak vikipedi)
Her ne kadar eşim ve kuzeni Metropolisin yolları taşlı türküsünü söyleyerek isyan etseler de biz bayanlar ve çocuklar halimizden memnunduk:)
Bu da Kral 1. Burak Kraliçe Demet ve Prens Atahan :)
Zeytin ağaçları arasında tarihi eserlerimizi geride bırakırken umarım buradaki eserlere de restorasyon çalışması yapacağız diye Şilede ki kale gibi sünger boba benzetilmez yada Aspendos da ki olmayan parçaların yerine mutfak mermeri konulmaz...Tarihimizden ders almak yerine tarihimize eserlerine sahip çıksak bence daha iyi olacak....
Eve dönüş zamanı gelip çattı aslında erken çıkıp biraz daha gezecektik ama olmadı geç çıkıncada Manisa da fazla gezemedik Balıkesir de hiç gezemedik... Ama meşhur Manisa da AĞLAYAN KAYA NİOBEyı ziyaret ettik.
Anadolulu Niobe, Thebes kralı Amphion ile evlendi ve trajik yazgısı hakkında günümüze ulaşan bilgiler eski Yunan mitolojisi yolu ile oldu. Niobe aynı zamanda, hakkındaki bilgiler yine efsanelerle karışık olan Pelops'un kızkardeşidir.
Yurdu Lidya uygarlığının doğduğu bölge olduğundan, bazı kaynaklar Tantalus, Pelops ve Niobe'yi Lidyalı kabul etmek için sağlam bir zemin bulunduğu sonucuna varmışlardır.[2]
Yunan mitolojisine göre Niobe'nin yedi kızı ve yedi oğlu oldu, çocuklarının sayısından dolayı sadece iki çocuk doğurmuş olan Leto'ya karşı böbürlendiği için, oğulları Apollo, kızlarıArtemis tarafından öldürüldü. Evlat acısı ile yurduna dönen Niobe'nin, Spil Dağı'nda taş kesildiği ve günümüzde "Ağlayan Kaya" olarak bilinen taş oluşumuna dönüştüğü rivayet edilir. Ağlayan Kaya, uluslararası kaynaklar da dahil olmak üzere literatürde bazen "Taş Suret" olarak da anılır. Bazı kaynaklarda ise, aynı dağdaki Hitit Kybele heykeli ile karıştırılmiştır. Niobe'nin kayası Manisa'nın önemli ziyaret yerlerinden biridir.( KAYNAK VİKİPEDİ)
Manisa dan sonra tam gaz yola devam Yalova ya yaklaştıkça hava soğudu... Yalova dan ayrılırken arkamızda bıraktığımız yağmur bizi karşıladı...Hava değişimi çok kötü oldu parmak arası terliklerle dolaşırken direkt bota geçtim en son İzmir de pike kullanırken Yalova ya gelince yorgana geçtik yaz dan kışa geçmek böyle olsa gerek :)... 15 yıllık çalışma hayatım boyunca ilk defa bir bayram tatilini yıllık iznimle birleştirmenin dayanılmaz mutluluğunu yaşadım uzunca bir tatil oldu benim için bir o kadar da keyifliydi... Her şey çok ama çok güzeldi en güzeli de tam üst üste üç pazartesi sendrom suz uyanmak...:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder